Yuva yaşayan her
insanın sahip olmaya, sahipse korumaya çalıştığı herhangi bir
"yer"dir. Sevgilinin koynundadır yeri kimine göre, bazıları için
çocuklarının koşuşturduğu yerdir. Bir kısmı da nohut oda bakla sofa, ama
"tencerenin kaynadığı" yerdir.
Dört duvardan,
bir ocaktan oluşmaz yuva. Onun sıcaklığı yürekten gelir, sevdiğiniz müddetçe
ısınırsınız orada. Yeterince sıcak olmasa da ısıtan, doyurmasa da asla aç
bırakmayan yerdir. Hepimizin gizli gözyaşlarını döktüğü, en kışkırtıcı
kahkahaları attığı, sevdiği, sevildiği ve seviştiği yer...
İnsan hep hasret
duyar yuvaya, gurbete gider bazıları, dönüp kurabilmek uğruna. Sevdiğini
kaçırır kimisi zalim bir babanın elinden, yuvasına yürek olsun diye. Kimileri
asker yolu gözler, yuvasını kurmak için, kimileri okul yolu. Kışlalarda en çok
bu hasretle yatar asker, bazı okul yurtlarında hıçkırıklar yükselir yorgan
altından yuva özlemiyle.
Bazen sevgiliyle
yuva kurmak için büyük kavgalar verilir. Ne akan gözyaşları umursanır, ne
dökülen kanlar. Öylesine büyüktür ki arzu, dağlar delinir, Mecnun olunur, Kerem
olunur. Bir demet karanfille, soğuk bir ayazda, dakikalarca beklenir yuvayı
ısıtacak o yürek için. Yükler taşınır, omuzların kilolarca ağırlık altında
ezilmesine aldırmadan. Ayakların ıslanmasına aldırılmaz derelerden geçerken.
Güneşin teni kavurduğu hissedilmez, ellere batan dikenin acısını duyulmaz pamuk
toplarken.
Kiminde yuvaya
dönüş hasretidir, kiminde yuvayı kurma hasreti bu acıyı yok sayan. Niyedir
bunca dayanılmaz olan çekiciliği bilir misiniz?.. Bir çift göz arar bazen insan
kendisine sevgiyle bakan, bir ezgili ses duymak ister mutfaktan ismini
seslenen, en çok da çocukların oynayıp gülüştüğü bir odaya bakmak ister, kapı
aralığından. Orada bir minik kedi sırnaşır mırıldayarak bileklerinize,
kucağınıza alır seversiniz. Her okşayışınızda bir dert kanatlanıp uçar gider
yüreğinizden.
Penceresinden
baktığınızda kar da yağıyorsa dışarıda- bir çay demlersiniz. Kestane
kavurursunuz yuvanın sıcağında. Çocuklar ayva koparmak, çağla düşürmek için
üşüşür bahçesine güz öncesinde, yahut ilkyazda. Aldırmadan debdebeye,
çocukların neşeli gülücüklerine siz de katılırsınız. Bu sıcağı hiç tatmamış ve
bilmemiş insanlar vardır. Anlayamazlar bu özlemi. Kocaman kocaman açarlar gözlerini anlayabilmek için
insanların neden bu özlemle çırpındığına.
Bir eve yerleşip
dayayıp döşeyebilirsiniz. Bambu koltuklar, cam vitrinler, süslü çerçeveler
asabilirsiniz duvarlarına. Halılar serip duvardan duvara, oturup yuvam
diyebilirsiniz bir mekana. Oysa sizi ısıtan ve gözlerinizin ışıldamasını
sağlayan şeyin, bir sevgilinin kalbi, yahut çocukların gülümsemesi olduğunu
bilmiyorsanız "yuva" sahibi olamazsınız. İster bombaların düştüğü,
kurşunların uçuştuğu bir zamanda olsun, ister yer azgın bir ejder gibi silkinip
üzerindekileri attığı zamanda, hep yuvadır insanlara yaşama azmini aşılayan ve
onları yaşatan.
Yuvayı yıkan ne
bombadır ne kurşun. Yuvayı yıkan her zaman insanın kendisidir. Bazen kendi
yuvasını kendi yıkar, farkına bile varmadan. O insan ki kurtulamamıştır doğduğu
ve büyüdüğü yuvanın sıcaklığından. Kaybetmiştir umudunu ve hiç ulaşamayacağına
inanır kendi evinde o sıcaklığa bir daha. Elindekini güzelleştirmeyi bilmez,
kendinden bir şeyler katmaz... Sahip olduğu yuvada yitirmiştir o çocuk
saflığını artık. "Ev" olmuştur o yuva, hiçbir yürek ısınmaz o yerde.
Geri geri gider ayakları, ve ağlar; içten içe yitirdiği yuvasına nedenini
bilemeden. Oysa bir akşam elinde bir demet çiçekle kapısına dayanıp, zili
çaldığında kapıyı açan kişiye onu birdaha hiç göremeyecekmiş bakarak "seni
seviyorum" dediğinde evini yeniden yuva yapacak yangını başlatacaktır. Ama
bunu yapmaya ne cesareti ne de umudu yoktur...
Eğer bir yuvaya
sahip değilseniz. Yüreğiniz her an uçacak gibi kanat çırpmıyorsa, yahut
özlemiyle yanıp tutuşmuyorsanız niye çabalıyorsunuz?.. Çekilin ve ölmeyi bekleyin ki karanlığınız
önümüzü tıkamasın.
Internetten alıntıdır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder