2 Aralık 2012 Pazar

Çocuğunuzun 15-20 Yıl Sonra Nasıl Biri Olacağını Düşünüyorsunuz?

Bayan Clara, her zamanki gibi beş yaşındaki oğlunu alarak ırmak kenarındaki parka götürdü. Çocuk pek güzel sayılmazdı, hatta ona sefil, sıska, cılız, solgun benizli bile denebilirdi. Hatta teni, yeşilimsi bile sayılabilirdi. Zaten oyun arkadaşları alay etmek için ona "marul" diye seslenirlerdi.  Minnacık iki anlamsız gözü vardı ve sağa sola bakınırken hiçbir kişilik özelliği sergilemezdi. Marul takma adlı oğlan, o gün yeni bir oyuncak tüfek edinmişti.
Gerçi onun bu tüfeğinin tüm marifeti, küçücük kağıt parçacıkları fırlatmaktı ama, ne de olsa gene de tüfekti işte. Gidip öteki çocuklarla oynamaya yanaşmadı, çünkü ona eziyet ederlerdi ve aralarına almazlardı. Gene de öteki çocuklar önünden geçerken Dolfi tüfeğine sarılıyor, onlara doğru nişan alıyor ve sanki ateş ediyormuş gibi sesler çıkarıyor, hareketler yapıyordu Aslında onun bu davranışı, arkadaşlarına bir çağrı idi. Onlara, "Bakın ne güzel bir oyuncağım var... Beni de aranıza alın, ben de oynayayım sizle..." demek istiyordu. Gerçekten de öteki çocuklar, Dolfi'nin yeni tüfeğini farketmişlerdi. Bu üç beş kuruşluk oyuncak, kendi ellerindeki oyuncaklardan hem değişik, hem de yeniydi. Bu da onların merakını ve kıskançlık duygularını uyandırmak için yeterliydi. "Haydi Dolfi, git oyna..."  Bayan Clara gözlerini örgüsünden ayırmadan oğlunu kandırmaya çalışıyordu.

“Kiminle oynayayım, anne?"

"Tabii ki öteki çocuklarla... Hepiniz arkadaş değil misiniz?"

"Hayır, hiç de öyle değil... Onlarla oynamaya gittiğimde benle alay ediyorlar, bana ‘marul’ diyorlar... İstemiyorum onlarla oynamak..." Öteki çocuklar genellikle savaş oyunu oynarlardı. Dolfi onlara bir kez yaklaşmak istemiş, fakat onlar ‘marul, marul’ diye alay etmişler ve ona gülmüşlerdi.  Onların tümü sarışındı, Dolfi ise esmerdi. Alnına doğru uzanan küçük kahkülü, virgüle benziyordu. Onların kalın kalın bacakları vardı, Dolfi'nin bacakları ise incecikti. Onlar koşar, sıçrar, zıplarlardı, Dolfi var gücünü toplasa da, onlara yetişemezdi bile.. Tümü Dolfi ile yaşıttılar ama herbiri öylesi yakası açılmadık küfürler biliyordu ki, Dolfi bu küfürlerin birini olsun tekrarlamaya cesaret bile edemezdi.  Çocuklar, başbaşa verip, bir süre kendi aralarında konuştuktan sonra Dolfi’ye yaklaştılar. "Güzel bir tüfeğin var" dedi Max.  Dolfi sevinçten havalara uçtu. Çocuklar, o gün nasıl bir savaş yapacaklarını anlattılar ona. Max'ın ordusu dağları işgal etmişti. Dolfi, Walter'in ordusuna yüzbaşı olarak kabul edildi. Her iki ordu da kendi savaş planlarını hazırlamak üzere birer kenara çekildiler. Walter ona büyük bir sorumluluk verdi. Öncü birliğe kumanda edecekti. Onun emrine sapanlı iki çocuk verdiler ve birliğin geçeceği geçidi araştırmak ve güvenliğe almakla görevlendirdiler.  Dik bir yokuşun çevrelediği yolun başına gelmişlerdi.  "Haydi Yüzbaşı Dolfi, saldırıya hazırlan... Sen aşağı varır varmaz biz yetişeceğiz ve savunmaya geçeceğiz... Sakın aklından çıkarma, elinden geldiğince hızlı koşacaksın!.."  Dolfi kendini hızla yokuş aşağı bıraktı. Tam o anda arkasından, acımasız bir kahkaha yükseldi. Geri dönüp bakmaya zamanı yoktu, çünkü saldırıya geçmişti. Tam o anda, ayağının takıldığını hissetti ve... Yüzüstü bir biçimde toprağa kapaklandı. Elleri, kolları, dizleri ve yüzü sıyrıklar içinde kalmıştı. Yepyeni tüfeği ise elinden fırlamış, ilerlerde bir yere düşmüştü. Ayağını takıldığı noktaya baktı, yola karşıdan karşıya, yerden on santim yükseklikte bir ip gerilmiş olduğunu gördü. Bu sırada çalıların arasından çıkan düşmanlar, suyla ıslatılmış topraktan yaptıkları korkunç toplarla ona saldırıya geçtiler. Sonra da üstüne atlayıp, onu ezmeye başladılar.

Dolfi bir ara başını kaldırıp, üstünde kendisini ezenlere kısa da olsa bakıverince, kendi birliğinin generali Walter’ı ve öteki silah arkadaşlarının da kendisini yumruklayıp, tekmelediklerini görebildi. "Al sana! Gör gününü, Yüzbaşı Marul!"  Bir süre sonra, saldırganların kaçmaya başladıklarını anladı. Bedeninin hemen her noktası ağrılar ve acılar içindeydi. Burnu da kanıyordu. Bir yandan umutsuz bir biçimde, sarsıla sarsıla ağlarken, bir yandan da tüfeğini arıyordu. Sonunda biraz ötede tüfeğini buldu ama, o artık yepyeni bir tüfek değil, yalnızca kırık bir demir parçasıydı.  Annesi onu karşısında bitkin ve yüzü gözü kanlar içinde görünce, "Tanrım, ne oldu sana böyle Dolfi?" diyerek hayret ve korkuyla sarsıldı. Sonra, kara kara düşüncelere kaptırdı kendini: Bu şanssız çocuktan nasıl bir adam oluşacaktı ilerde?.. Dolfi de neden, bahçeyi dolduran şu sarışın ve sağlam yapılı çocuklardan biri olamamıştı ki? Dolfi neden kimseye sevimli gelmiyordu ve hep başkalarının emrine girmek zorunda kalıyordu?  Oğlunun, 15-20 yıl sonra nasıl bir kişi olacağını düşünürken ona şimdiden acımaya başlamıştı. Dolfi hep, yaşamın ezdiği zavallı biri olarak kalacaktı. Ah, zavallı çocuk... Ah, talihsiz yavru..." 

Bayan Clara birden düşüncelerinden sıyrıldı ve oğlunun kolunu öfkeyle çekerek onu hızla eve doğru sürüklemeye başladı. "Haydi gel bakalım" dedi. "Derhal eve gitmeliyiz... Üstünü değiştirmek gerek..."  Parkta, Bayan Clara ile konuşan genç ve şık hanım ise, yalnızca Dolfi’ye değil, Bayan Clara’ya da acımıştı. Onu biraz olsun yatıştırmak istedi: "Bütün çocuklar böyledir" dedi. "Lütfen kendinizi fazla üzmeyin, Bayan Hitler..."






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LINKWITHIN

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...